top of page

Fransa'da Bir Masal Şehri: COLMAR (No. 5)

Updated: Dec 9, 2022

Yazı Dizisi: BİR ACEMİ YOLCU İLE 1 HAFTADA 3 ÜLKE

(c) Copyright Bir Acemi Yolcu / Kemal Levi, 2022

Yazı dizimin başlığı “1 Haftada 3 Ülke”. Yolculuğumun ilk gününü İsviçre’de geçirdikten sonra, 3 gün boyunca Almanya’nın Kara Orman bölgesinin çeşitli yerlerini dolaştım, önümüzdeki iki gün de dolaşmaya devam edeceğim. Ama şimdi Almanya’ya bir günlük ara verip Fransa’ya geçiyoruz.


Sabah erken saatte merkez olarak aldığımız Almanya’nın Gengenbach kasabasından çıkıp 25 dakika sonra, neredeyse hiç farkına varmadan, Ren Nehri üzerinden geçen köprüden Fransa’ya giriş yapıyoruz. Batı Avrupa ülkelerinde yolculuk yaparken, sınır geçişlerindeki bu rahatlık kıskanılacak şey doğrusu. Tabelaların Almancadan Fransızcaya geçmesi dışında pek gözle görünür bir değişiklik yok diyebiliriz. Baden-Baden’i anlattığım bir önceki yazımda, kentteki yoğun Fransız etkisinden bahsetmiştim. Ren Nehrini geçmemizle beraber giriş yaptığımız Fransa’nın eski adıyla Alsace, yeni adıyla Grand Est bölgesinde de bolca Alman etkisi görmek mümkün. Bazı yerleşim isimlerinden tutun, binaların mimarisine kadar Almanya’dan neredeyse hiçbir fark görmüyorsunuz.


Kara Orman’dan alıştığımız yüksek tepeler ve yoğun ağaç manzarası, burada yerini sağlı sollu geniş yeşil düzlükler ve tarlalara bırakıyor. Otoyoldan uzaklara doğru bakınca, geleneksel olarak hemen hemen her Avrupa köy ve kasabasının merkezinde yer alan, kiliselerin çan kulelerini görüyorsunuz.


Bir haftalık seyahatimizin ilk beş günü boyunca hava oldukça güzel, güneşli ve sıcaktı ama bu sıcak rahatsızlık vermiyordu. Sadece bir akşam önce Baden-Baden’den dönüşümüzde yoğun bir yağmura yakalanmıştık ama 1-2 saat sonra yağmur yerini güzel bir akşam serinliğine bırakmış, sabah yeniden hava ısınmıştı. Bu güzel hava önümüzdeki iki gün ise maalesef aynı cömertliği göstermeyecek, Avrupa’daki aşırı sıcak hava dalgası bize de ulaşacaktı. Neyse, biz bugünkü yolumuza devam edelim…


Ren Nehri’nin diğer tarafına geçtikten, 1 saatlik yolculuktan sonra, Fransa’daki ilk durağımız son yılların oldukça revaçtaki turist noktası küçük Colmar kenti. Son senelerde özellikle Noel ve Yılbaşı döneminde bina süslemeleri, kurulan pazarı ve bu döneme özel aktiviteleri ile dünyanın hemen hemen her yerinden turistler için cazip bir merkez haline gelen bu sempatik tarihi şehrin bir çekim merkezi olmasının tesadüf olmadığını, yazımın devamını okudukça anlayacaksınız.


Place des Dominicains, Colmar

Tarihine baktığınızda, kayıtlarda ilk kez bahsedildiği yıl olan 882’den itibaren sürekli Alman ve Fransız yönetimler arasında el değiştiren şehir, 1940 yılında Nazilerce Almanya’ya dahil edilmiş ancak 1945 yılında Fransızlar geri almışlar. İlginç bir bilgi: 1347-1351 yılları arasında özellikle Avrupa’da “Kara Ölüm” olarak bilinen veba salgınının sorumluları olarak gösterilen Yahudilere karşı yürütülen pogromlar sırasında Avrupa’daki Yahudiler bütün değerli eşyalarını toplayıp saklamışlar. Bu saklanan hazine 400 yılı aşkın sene sonra Colmar’da, 1863 yılında, Rue des Juifs (Yahudiler Sokağı) olarak bilinen sokaktaki bir evin duvarları arasında saklı bulunmuş. Bu paha biçilemez, kıymetli eşyalara Colmar Hazinesi denmiş.


Bir haftalık yolculuğumuzda Fransa’ya sadece 1 gün ayırabildik ve bu günü okuduğumuz tavsiyelere uyarak, iki şehri gezmeye ayırdık. Zamanımızın kısıtlı olduğunu bilerek, en verimli şekilde en fazla yeri görebilmek için önceden Google Maps üzerinden kendimize bir yürüyüş rotası belirledik. Colmar’ı ilk kez ziyaret edenler için gezmeye başlanması gereken yer şehrin eski merkezi. Arabamızı şehrin hemen hemen her yerinde mevcut katlı otoparklardan birine park edip yürüyüşümüze başlıyoruz.


La Petite Venise, Colmar

İlk başta karşımıza pek özelliği olmayan modern binalar çıkıyor ve önlerinden geçerek belirlediğimiz rotada şehrin eski merkezine doğru yürüyoruz. Fazla bir süre geçmeden bu modern yapılar yerini Colmar’ı Colmar yapan tarihi mimariye bırakmaya başlıyor. Eğer fotoğraf çekmeyi seviyorsanız bu noktadan itibaren fotoğraf makinenizi elinizden bırakamayacaksınız çünkü kendinizi Ortaçağ döneminin çekildiği bir film platosunda bulmuş hissedeceksiniz. Yerdeki her taştan, evlerin dış kapı kollarına, pencere çerçevelerinden çatı kiremitlerine kadar bu şehirde her şey o kadar iyi korunmuş ki, hayran olmamak elde değil. Çoğu 15, 16 ve 17. yüzyıldan kalmış binaların detaylarında yer alan işlemeler, balkon, cumba ve pencere önlerinde bulunan saksılardan taşan rengarenk çiçekler şehrin güzelliğine güzellik katıyor.


Colmar Sinagogu (Rue de la Grenouillere)

Rotamız üzerinde karşımıza çıkan ilk dikkat çekici yer Colmar Sinagogu ve hemen önündeki küçük meydanda (Türkçesi: Adalet Meydanı) yer alan plaket. Bu plakette İkinci Dünya Savaşı sırasında katledilmelerine göz yumulmasından dolayı Fransız Hükümeti’nin Yahudilerden bir özür mesajı bulunuyor. Sinagogun tam karşısındaki sokaktan yürümeye devam ediyoruz. Yavaş yavaş öğle sıcağı kendini hissettirmeye başlıyor, soğuk bir şeyler içmek için Colmar Belediye binasının önündeki meydandaki cafelerden bir tanesine oturup azıcık dinlenip, yürüyeceğimiz rotanın bir kez daha üzerinden geçiyoruz. Antallığım gibi Colmar çok turistik bir yer, bulunduğumuz meydanda geçirdiğimiz çok kısa zamanda bile onlarca farklı dilde konuşan insanla karşılaştık.


Devam ediyoruz... Colmar’da görülecek yerler listesinde yer alan Dominikan Kilisesi’nin önünden geçip başka önemli tarihi bir kilise olan St. Martin Kilisesi’ne doğru ilerliyoruz. Tabi ki buraya sadece kilise dolaşmaya gelmedik, ancak tarih boyunca bir çok Hristiyan mezhebine ev sahipliği yaptığı için Colmar’da irili ufaklı oldukça fazla dini yapı var. 14. yüzyılda inşaatı tamamlanan Dominikan Kilisesi basit mimarisi ve çok yüksek olamayan çan kulesi ile dikkat çekerken St. Martin aksine gösterişli gotik mimarisi ve renkli çatısı ile karşımıza çıkıyor. Önüme çıkan her binayı, her çeşmeyi, her heykeli ve her meydanı anlatmaya kalkarsam bu yazı kolay kolay bitmez.


Roesselmann Çeşmesi

Dolup taşan kafeler, tarihi ve bölgeye özgü yapıların yan yana dizildiği sokakların önünden, Colmar’ı çekici kılan su kanallarının üzerinden geçerek hedefimiz olan La Petite Venise’e (Küçük Venedik’e) geliyoruz. Buraya Küçük Venedik denmesinin nedeni şehrin tam ortasından geçen La Lauch nehri ve bağlanan su kanallarının oluşturduğu görüntünün Venedik’e benzetilmesi. Colmar’ın en çok görüntülenen yeri burası olsa gerek, hemen hemen tüm sosyal medya platformunda veya internette Colmar hakkında bir bilgi aradığınızda karşınıza çıkan ilk görüntü Küçük Venedik oluyor. Ben de eksik kalmamak için Pont Rue des Ecoles köprüsü üzerinde çektiğim bir fotoğrafı buraya yapıştırıyorum. 😊


Quai de la Poissonnerie Colmar (Balıkçılar Mahallesi - Pont Rue des Ecoles üzerinden görünüm)

La Petite Venise’în hemen yanında şehrin eski kapalı çarşısı olan Marché Couvert Colmar’a giriyoruz. 1865 tarihli ateş tuğlası ve demir kullanılarak yapılmış olan bu tarihi çarşının içerisinde çeşitli yiyecek, fırın, şarküteri ve çiçek tezgahları bulunuyor. Yapı olarak Barcelona’daki La Boqueria’nın küçük bir örneği denilebilir ama o kadar çeşit ve renk bu çarşıda bulunmuyor.


Marché Couvert Colmar ve Küçük Şarapçı Heykeli

Çarşıdan çıkıp 3 saatlik Colmar ziyaretimizi sonlandırarak Fransa’daki diğer durağımıza gitmek üzere arabamıza dönüyoruz. Telefonumda Waze uygulamasını açıp, adres satırına “Strasbourg” yazıyorum. Önümüzde kuzeye, Ren Nehrini geçtiğimiz yöne doğru bir saatlik yolculuk var.


Strasbourg hakkında anlatılacak çok şey var. Şimdi yazmaya kalksam yazı çok uzayacak, bu nedenle şimdilik burada bir ara veriyorum. Strasbourg izlenimlerimi bir sonraki yazımda okuyabilirsiniz.


Görüşmek üzere…




134 views0 comments
bottom of page