Yazı Dizisi: BİR ACEMİ YOLCU İLE 1 HAFTADA 3 ÜLKE
İlk yazımda tanıttığım Basel’e yaptığım kısa ziyaretin ardından, 1 buçuk saatlik bir araba yolculuğundan sonra, 1 hafta boyunca kalacağım, Almanya’nın Baden-Württemberg Eyaleti’ne bağlı Gengenbach kasabasına varıyoruz. Burası hakkındaki bilgileri ilerleyen günlerde yazacağım.
Gengenbach, seyahatimin asıl rotası olan, Avrupa’nın en geniş ormanlık bölgelerinden “Kara Orman”ın merkezi bir yerinde bulunmasından dolayı tercih ettiğim bir yer. Kara Orman Almanya’nın güney batısında, Fransa ve İsviçre sınırında, aşağı yukarı 6000 km’lik alanı kaplayan, sık ve yüksek ağaçlarla kaplı tepeleri, tertemiz akan akarsuları, tarihi kasaba ve şehirleri ile doğa ve tarihin çok iyi şekilde korunduğu bir bölge.
Gengenbach’a varışım güneş batımını bulduğu için, kaldığım dairenin manzarasını ilk akşam göremedim ama sabah uyanıp perdeleri açmamla beraber Kara Orman’ın yeşilinin “günaydın” demesinin verdiği keyfi anlatmama kelimeler yetmez. En iyisi, siz aşağıdaki fotoğrafa bakın, neyi kastettiğimi anlayacaksınız.
İkinci gün güzergahımın ilk durağı olan “Triberg Şelalesi”ne doğru ilerlerken, Kara Orman bölgesine has, neredeyse bir ev boyutunda olan ünlü “guguklu saat”lerinden birinin önünden kısa bir mola verdim. Guguklu saatin ilk kimler tarafından icat edildiği bilinmese de, üretimi Baden-Wüttemberg eyaletinde bir gelenek ve dünyada bu konuda en ileri olan bölge Kara Orman. Normalde tabi ki geleneksel saatler makul boyutlarda ve çok ileri ahşap oymacılığı ve mekanik işçiliği sunmakta ancak burada gördüğünüz dev guguklu saat turistik bir gösteri.
Bu kısa moladan sonra yolculuğuma devam ederken, hemen hemen seyahatimin tamamında göreceğim ruhu dinlendiren, muhteşem manzara bana eşlik ediyor; Çok yüksek ve sık çam ağaçlarıyla kaplı yemyeşil tepeler ve bu tepelerin içinden doğup size eşlik eden tertemiz, şırıl şırış akarsular eşliğinde araba kullanmak bir zevk.
Triberg Şelalesi 163 metrelik yüksekliği ile Almanya’nın en yüksek şelalerinden ve Kara Orman bölgesinin en ünlü turistik noktalarından biri. Burayı ziyaret etmek ücrete tabi. Ücret içerisinde doğa parkuru dışında bölgenin tanıtıldığı bir müze ve minyatür sergisi de mevcut. Ben sadece şelaleyi görmekle yetindim, böylece günün devamında görmeyi panladığım diğer yerelere de zaman ayırmak istedim. Triberg Şelalesi için, yolda gördüğüm manzaranın bir devamı diyebiliriz: Sık çam ağaçlarının arasıdaki bir tepeden basamaklar halinde akan, renkli çiçeklerin ve arıların renklendirdiği bir doğa harikası. Gözünüzde Niagara veya Iguazu şelaleri canlanmasın, burada akan su çok daha cılız ancak görsel olarak oldukça keyifli. Şelaleyi çevreleyen ormanın içinde bulunan yürüyüş parkurları doğa yürüşü yapmayı sevenler için ideal.
Triberg Şelalesi’nden ayrılıp, yine Kara Orman Bölgesi’nin en çok ziyaret edilen noktalarından biri olan Titisee Gölü’ne doğru yolumuza devam ederken, yol üstünde, az bilinen ama önemli bir yere kısa bir ziyaret yapmak güzel olur diye düşündüm. 2850 km boyunca, 10 ülke sınırından geçip (bu özelliği ile dünyada bir numara) Karadeniz’e akan Avrupa’nın en uzun ikinci nehri Tuna’nın doğduğu kaynağa uğradım. Tuna Nehri’ni oluşturan kolların en uzak ucu olan Breg akarsuyu, Kara Orman bölgesinin gözden uzak bir yerinde, Furtwangen adındaki köyün hemen yanındaki küçük kaynaktan doğuyor ve Avrupa’ya hayat veren Tuna Nehri’ni oluşturuyor. Tuna ismi Kelt lisanında Tanrı anlamına gelen “Danu” kelimesinden türemiş. Kaynağın olduğu yerde yapılmış olan Tanrı heykeli bu dev su kaynağının başlangıcını temsil ediyor ve burada akmaya başlayan Breg akarsuyu sık ormanların içine devam ederek gözden kayboluyor.
Tuna’nın kaynağından çıkıp, güneye doğru 20 dakikalık bir yolculuktan sonra, bahsettiğim, Titisee Gölü’ne varılıyor. Titisee Gölü günümüzden 10 bin yıl önce oluşmuş bir buzul gölü, yani büyük hacimli bir buzulun zaman içinde eriyip üzerinde bulunduğu karayı çökertmesiyle oluşmuş. Deniz seviyesinden 840 mt yükseklikte bulunan gölün derinliği 20 metreymiş ve 1,3 kilometre karelik bir alanı kaplıyormuş.
Titisee Gölü 20. Yüzyılın başına kadar yerel halkın geçimini sağlarken, bu tarihte yakınında inşa edilen demiryolu hattı (Höllentalbahn) ile turistlerin ulaşımına açılmış. Çok temiz bir havaya ve minerallerce zengin çamura sahip olan gölün, özellikle kuzey ucunda yer alan tesisler terapi ve kaplıca turizmine hizmet etmekte. Otel ve konaklama yerleri dışında bolca hediyelik eşya dükkanı, restoran ve çeşitli mağazanın yer aldığı Titisee, ziyaret ettiğim Temmuz ayı sonunda kalabalık olsa da, benim gibi büyük bir şehirde büyümüş bir kişiye rahatsızlık vermediğini söylemeliyim. Kış mevsiminde de ziyaretçileri eksik olmayan Titisee Gölü’ne yamacı olan Hochfirst tepesi 1,2 km’lik uzunluğu ile Almanya’nın en uzun doğal kayak pisti. Göze hoş manzarasının yanında havaların sıcak olduğu dönemlerde, kamp yapma imkanları, su sporları, tekne ve kayık turları, yüzülebilen plajları ile Titisee, Kara Orman’ın 4 mevsim turist çeken bir noktası.
Titisee’de verdiğim yemek molası ve kısa bir göl çevresi turundan sonra günü tamamlamak üzere Baden-Württemberg Eyaleti’nin en büyük dördüncü şehri olan Freiburg im Breisgau’ya doğru harekete geçiyorum. Akşam saatleri yaklaştığından Freiburg’un tamamını dolaşma imkanım olmadı, ancak Ortaçağ’dan kalma eserlerle dolu olan merkezde zaman geçirebildim. Freiburg’un merkezine yakın bir yere arabamı park edip şehrin ortalarına doğru yürüdüğümde, burasının bir üniversite kenti olduğunu anlamam pek zaman almadı. Kafeler, barlar, sokaklarda açılmış kiosklar, rengarenk galeriler, dükkanlar, Almanya ortalamasından oldukça fazla genç insan hemen şehrin kimliği konusunda size ip uçları veriyor. Freiburg 1120 yılında bölgede bağımsız bir pazar köyü olarak kurulmuş, şehrin ismi de buradan geliyor. Frei = Bağımısız, Burg = Kent/Köy/Kasaba
Freiburg’ta benim dolaştığım yerlerde 3 kule dikkati çekiyor: Bunlardan Schwabentor (Swabian Kapısı) 13. yüzyılda inşa edilmiş eski şehrin giriş kapılarından bir tanesi. Yanındaki binayla beraber bu kule zamanında şehri savunmak için kullanılmış. 1903’te üzerine şehrin azizi olarak kabul edilen Aziz George’un bir ejderhayı ayaklarının altına almış şekilde tasvir edildiği bir resim çizilmiş ve en son 2013 yılında orijinaline sadık kalınacak şekilde renove edilmiş. Bu tarihi kulenin altından geçip eski şehrin içine girdiğinizde arnavut kaldırımı yollar boyunca uzanmış, bölgeye has mimari ile yapılmış binalar ile modern ama genel dokuyu bozmayan binaları yanyana görüyorsunuz. Bu binaların kimisi müze, kimisi sanat galerisi, kitabevi, dükkan, restoran, vesaire.
Şehrin daha ortalarına doğru ilerlediğinizde yolları kaldırımlardan ayıran, Almanca “Bächle” ince su kanalları dikkat çekiyor. Şehrin yakınından geçen Dreisam nehrinden beslenen bu kanallar, şehir kurulduğundan beri varmış ve ilk olarak tarlalara su taşımak amacıyla inşa edilmiş, ilerleyen tarihlerde halkın su ihtiyacı için kullanılmış. Avrupa’daki bir çok şehrin aksine bu su kanlları hiç bir zaman atıklar için kullanılmamış ve günümüz de dahil olmak üzere her zaman temiz su olarak kullanılmış. Eski bir inanışa göre yanlışlıkla bu su kanalına basan bir bekar, Freiburg’lu birisiyle evlenirmiş. Bächle günümüzde pratik bir işlev görmese de, tertemiz akan suların şehre hoş bir atmosfer sağladığı bir gerçek.
Bächle’yi takip edip şehrin en ortasına geldiğimizde ikinci bir kule ile karşılaşıyorsunuz: Martinstor (Martin’in Kapısı). Schwabentor’dan yaklaşık 90 sene kadar önce inşa edilmiş, şehrin en eski girişi. Başlarda şehri savunmak için kullanılmış ancak 16. yüzyıldan itibaren, şehrin büyümesiyle şehrin ortasında kalmış. Bir süre hapishane olarak kullanılmış. Bugünkü görüntüsüne 1901 yılında yapılan kapsamlı bir inşaat ile gelmiş. Sadece 22 metre olan kule, 63 metreye yükseltilmiş ve 15. yüzyıl neo-gotik stilde bir çatı eklenerek şehrin genel görüntüsüne uyumu sağlanmış.
Sırtımızı bu kuleye verip, üzerinde bulunduğu Kaiser-Joseph-Strasse (Kral Joseph Caddesi’nde) biraz ilerleyip modern alışveriş merkezlerinin arasındaki sokaklardan birinden sağa doğru girdiğimizde karşımıza çıkan, üçüncü kuleyi görmemek imkansız. Çünkü bu kule 116 metre yüksekliğinde, Freiburg Katerdrali’nin batı tarafındaki çan kulesi. Avrupa’nın mimari olarak en güzel kulelerinden biri olarak kabul ediliyor ve içerisinde 16 tane çan bulunuyor. En büyük çanı 750 yaşında ve 3 ton ağırlığında, Almanya’nın en eski kilise çanlarından biri. Katedral daha önce aynı yerde bulunan 1120 tarihli bir kilisenin üzerine 1200 yılında inşa edilmeye başlamış ve inşaat 300 yıl sürmüş. İlk başta Romanesk stilde yapılmaya başlanan katedralde, 1200’lü yılların sonlarında Gotik stile dönülmüş. Yüksek çan kulesi 1330 yılında tamamlanmış. Hiç kuşkusuz Freiburg’ta turistlerin en çok ziyaret ettiği katedral ve çevresindeki meydan adeta bir 500 yıl öncesine gitmek gibi. Orijinal hallerine hiç dokunulmamış bu eski ama çok bakımlı binaların bir çoğu bugün şık kafe ve restoran olarak kullanılmakta.
Bu binalardan en dikkat çekici olanı kıpkırmızı rengi, iki köşesinde yer alan, rengarenk çatılı kuleleri ve kemerli girişi ile 16.yüzyılda inşa edilmiş tarihi Tüccarlar Binası (Kaufhaus). Eski zamanlarda uzun yolculuklara çıkacak tüccarların atlı araba bekleyip, mallarını sakladıkları bina, bugün çeşitli etkinliklerin düzenlendiği bir yer olarak kullanılıyor.
Freiburg im Breisgau oldukça zengin bir tarihe sahip ve her köşesi yüzyıllar boyunca yaşanan olayların birer şahidi, buna acı olaylar da dahil. Avusturya’lı Habsburg Hanedanlığı’nın Viyana Üniversitesi’nden sonra kurmuş olduğu ikinci üniversite olan 1457 tarihli Freiburg Üniversitesi yetiştirdiği başarılı bilim insanlarının yanında özellikle 2. Dünya Savaşı öncesi tercih ettiği Nazi yanlısı politik tutumdan ötürü özellikle Yahudiler için acı bir hatıraya sahip. Adolf Hitler liderliğindeki Milli Sosyalist İşçi Partisi’nin iktidara gelmesiyle birlikte, yeni iktidara uyum çerçevesinde, Yahudi akademik personel ve öğrenciler ünivesiteden uzaklaştırılmışlar. Bir kaç sene sonra, 1938 yılındaki Kristal Gecesi’nde (Kristallnacht), ünivesitenin hemen yanında, 1869 yılında, yine üniversitedeki Yahudi akademisyenler ve öğrenciler için inşa edilmiş olan sinagog yakılıp, tamamen yıkılmış. Bugün, bu sinangogun bulunduğu yerde, “Eski Sinagog Meydanı”nda (Platz der Alten Synagoge) yer alan havuz, yıkılan sinagogun yüzdeyüz izdüşümü şeklinde tasarlanmış ve yanına küçük bir modeli yapılmış.
Bir tarafta üniversitenin binası, diğer tarafında modern kütüphanesi ve tarihi tiyatro salonu ile çevrili olan Eski Sinagog Meydanı’nı ziyaret ettiğim saatlerde hava kararmıştı ancak üniversiteli gençler için gün yeni başlıyordu anlaşılan. Yerlerde oturup sohbet eden, müzik dinleyen, kaykay kayan yüzlerce genç burayı piknik alanına çevirmişti. Benim için ise uzun yorucu ama keyifli bir günün ardından Gengenbach’a dönme vakti gelmişti. Önümde 1 saatlik bir araba yolculuğu vardı ve daha geç olmadan dönmekte fayda vardı. Ertesi gün doğayla bolca zaman geçireceğim bir gün olacaktı.
Bir sonraki yazımda görüşmek üzere...
#biracemiyolcu #israeltraveller #gengenbach #tribergwaterfall #sourceofdanuberiver #titisee #freiburgimbreisgau #blackforest #karaorman #almanya #germany #1week3countries
Comentários