top of page

"Güzel" Sıfatının En Çok Yakıştığı Şehir: STRAZBURG (No. 6)

Yazı Dizisi: BİR ACEMİ YOLCU İLE 1 HAFTADA 3 ÜLKE

(c) Copyright Bir Acemi Yolcu / Kemal Levi, 2022

Bazı işlerimden dolayı, İsviçre, Almanya ve Fransa’ya içeren “Bir Acemi Yolcu ile Bir Haftada Üç Ülke” başlıklı yazılarıma ara vermiştim, şimdi kaldığım yerden devam ediyorum.


En son Fransa’da Colmar’ı ziyaret etmiş, bir sonraki ziyaret noktamıza doğru yola çıkmıştık. 1 saatlik araba yolculuğu sonunda Avrupa Birliği’nin dört “de facto” başkentinden biri olan Strazburg’a varıyoruz. Dört Avrupa Parlamentosu’ndan biri, doğal olarak, bu şehirde yer alıyor. (A.B.’nin diğer başkentleri Brüksel, Lüksemburg ve Frankfurt) Fransa’nın Grand Est (tarihi Alsace) bölgesinin en büyük kenti olan Strazburg, politik önemi dolayısıyla, Uluslararası İnsan Hakları Örgütü’nün de içinde bulunduğu birçok ulusal ve uluslararası kuruluşun merkezine ev sahipliği yapıyor.


İlk kez 1. yüzyıl’da Argentoratum adıyla bir Roma kampı olarak kurulmuş olan şehir, daha sonraları Katolik Kilisesine bağlı piskoposlarca yönetilmiş. Kent, halkın, 1262 yılında gerçekleştirdiği ayaklanma sonrasında, bağımsız bir şehir devleti olarak gelişmeye devam etmiş. 1681 yılında Fransa kralı 14. Louis, Alsace bölgesiyle beraber Strazburg’u ele geçirmiş. 1871 yılında, Fransa-Prusya Savaşı sonucunda Alman egemenliğine giren şehir, 1. Dünya savaşı sonunda yeniden Fransa’ya bağlanmış. 2. Dünya Savaşı sırasında Almanlar Strazburg’u ele geçirmelerine rağmen, 1944 yılında savaşın kaybedilmesiyle, kent yeniden Fransızların olmuş. Yüzyıllar boyunca Alsace Bölgesi’nin başkenti olarak kabul edilen Strazburg, 2016 yılında Fransa’nın Grand Est Bölgesi’nin resmi başkenti ilan edilmiş.


Saint Paul Reformist Protestan Kilisesi ve İll Nehri

Bu kısa genel kültür bilgisinden sonra, şehir hakkındaki izlenimlerimize geçelim: Bu şehri dolaşmanın en iyi yolu hiç kuşkusuz yürümek; ancak Strazburg küçük bir şehir olmadığından, bir yerden diğer bir yere gitmek için toplu taşımayı kullanmanızı öneririm. Kent merkezinde otopark bulmak hem zor hem de pahalı. Eğer Strazburg’a araba ile gelmeyi düşünürseniz, naçizane tavsiyem, şehrin merkezinde otopark aramak yerine, aracınızı Strazburg Ulaşım Şirketi’nin (Compagnie des Transports Strasbourgeois- CTS) farklı noktalardaki otoparklarından birine park edin; oradan tramvay veya otobüs ile istediğiniz yere ulaşabilirsiniz. Bu otoparklar hem fiyat açısından uygun hem de verilen otopark kartı aynı zamanda 4 kişiye kadar 24 saat boyunca toplu taşıma bileti olarak kullanılıyor (yani toplu taşımaya ek bir ücret ödemiyorsunuz.) Arabamızı Strazburg Tren Garına yakın bir CTS otoparkına bırakıp, oradan tramvay ile günümüzün ikinci yarısında dolaşacağımız, Strazburg tarihi merkezine doğru yola çıkıyoruz.


Bu küçük ipucundan sonra, gelelim bu özel ve güzel Fransız kentinde gördüklerimize: Tramvaya binip tarihi şehir merkezine en yakın durak olan République’e doğru hareket ederken, gayet muntazam ve temiz bir Avrupa şehri olduğunu belli ediyor Strazburg. Tramvay, tarihi ve modern binaların yan yana dizildiği, hareketli caddelerde ilerlerken, birçok farklı etnik kökenden insanın burada yaşadığını da görmüş oluyorsunuz. République durağında inip hemen karşısındaki, eski şehir merkezini çevreleyen Canal du Faux-Rempart üzerinde bulunan, Passerelle des Juifs adlı dar bir köprüden tarihi sokakların içine doğru yürümeye başlıyoruz. Bu arada atlamadan belirteyim, indiğimiz durak bir tarafında Théâtre National de Strasbourg (Strazburg Milli Tiyatro Binası) diğer tarafında Palais du Rhin (Ren Sarayı)’nın bulunduğu, ortasında Jardin de la Place de la République adlı parkın bulunduğu genişçe bir meydan. Her ikisi de Strazburg’un önemli binaları.


İll Nehri Üzerinde Tur Tekneleri

Passerelle des Juifs’i geçip Canal du Faux-Rempart boyunca yürüyüşe geçiyoruz. (Bu köprüye “Yahudi Geçiti” denmesinin nedeni bulunduğu yerin, eski şehir kapısının hemen dışında, 14 Şubat 1349 yılında, Kara Ölüm denilen veba salgınını yaydıkları gerekçesiyle binlerce Yahudi’nin canlı canlı yakılarak idam edildiği nokta olması. Bu tarihte Strazburg dışında, Basel ve Freiburg’da da binlerce Yahudi aynı gerekçeyle idam edilmiş. Acı bir tesadüf şu ki, son seyahatimin rotasında bu üç şehir de bulunuyordu.) Buraya gelmeden önce aynı Colmar’da yaptığımız gibi Google Maps üzerinden kendimize bir yürüyüş rotası çizmiştik ama şehir tahminimizden büyük, zamanımız da planladığımızdan kısa olduğu için maalesef bazı yerleri atlamak zorunda kaldık.


Şehri keşfe çıkmadan önce enerji depolamak gerekir, değil mi? Biz de öyle yaptık ve bulduğumuz yakın, ayrıca internette iyi yorumlar almış “Bioburger” adlı yere gittik. Görünüşte sıradan bir hamburgerci gibi görünse de etlerinden, ekmeklerine, soslarından içeceklerine kadar sağlık ve çevre dostu sertifikalar almış güzel ve ilginç bir restoran olduğunu, yediğimiz burgerlerin de oldukça lezzetli olduğunu belirteyim.



Strazburg’un tarihi şehir merkezi su kanalları ile çevrili, 17. 18. ve 19. yüzyıllarda inşa edilmiş gösterişli, şık taş binalar ile dolu. Bu binaların bazıları günümüzde, otel, müze, devlet dairesi veya okul olarak kullanılmakta. Sadece, şehrin en merkezinde yer alan, La Petite France (Küçük Fransa) denilen mahalle istisnai olarak Alsace bölgesine özgü yarı ahşap dik çatılı binaları ile dikkat çekiyor. Buraları zamanında balıkçı, değirmenci, derici, nalbant gibi sıradan zanaatkarların ikamet ettikleri binalarmış. Nerdeyse Colmar’da ve Almanya’nın diğer birçok tarihi köy ve kasabalarında gördüğümüz mimarinin bir kopyası burada yer alıyor. Arnavut kaldırımı dar sokaklar kafe, fırın, restoranlar, hediyelik eşya dükkanları, sevimli butikler, kitapçılar, antikacılar ile dolu. Yolculuğumuz boyunca ziyaret ettiğimiz hemen hemen her yerde olduğu gibi, burada da balkon ve cumbalardan sarkmış kırmızı ağırlıklı rengarenk çiçekler şehrin güzelliğine güzellik katıyor.


La Petite France

Tarihi merkezin en ortasında yer alan Strazburg Notre Dame Katedrali (Fransızca: Cathédrale Notre-Dame-de-Strasbourg), birçok bölümü Romanesk mimaride olmasına rağmen, geç dönem gotik mimarinin en güzel eserlerinden biri kabul ediliyor. 142 metre yüksekliği ile orta çağdan günümüze ulaşmış en yüksek yapı olan katedralin inşasına 1015 yılında başlanmış ve 1439 yılında tamamlanmış ve bugün Dünya'nın en yüksek altıncı kilisesi. Kilisenin mimarisi dışında içerisinde bulunan 14., 16. ve 19. yüzyıl yapımı üç astronomik saat de turistlerin ilgi odağı durumunda. Katedralin önündeki meydan, belki de Strazburg’un en eski yapıları ile çevrelenmiş durumda. Dikkatimi çeken, koyu renkte, ahşap ve her santimetresi işlemeli, 15. yüzyıl yapımı Maison Kammerzell, otel ve restoran olarak kullanılıyor. Alsace bölgesinin tarih boyunca Alman-Fransız egemenlikleri altında yer değiştirmesinin etkisi hala görülüyor. Bir Fransız kentinde olmamıza rağmen tabelalarda bolca Almanca’yı çağrıştıran isimler kaşınıza çıkıyor: Maison Kammerzell, Restaurant Gurtlerhoft, La Maison du Kougelhopf, Pharmacie Finkwiller, vs.


Maison Kammerzell ve Notre Dame Katedrali

Yürümeye devam ettikçe, şehir kendini daha çok sevdiriyor. Dar sokakların her biri bir sürprizle dolu: Bir binanın dış yüzeyindeki küçük bir detay, bir fırının vitrini, zaman durmuşçasına ilk günkü otantik havasını koruyan bir eczane, sanat eseri güzelliğinde bir çeşme, hatta yana doğru açılarak kanaldan geçen tur teknelerine yol veren eski bir köprü Strazburg’u güzel kılan birçok detaydan bazıları. Bu anlattığım görüntüler arasında, ulaşmak istediğimiz yer olan Küçük Fransa (La Petite France) denilen yere geliyoruz. Burası üzerinde oldukça eski evlerin bulunduğu, üç küçük adacığın arasından geçen akarsuyun oluşturduğu keyifli bir manzara sunuyor. Su kanallarının üzerinden geçip, dar tarihi sokakların sonunda ulaştığımız açıklıkta karşımıza şehrin ünlü yapılarından biri olan Ponts Couverts de Strasbourg adlı köprü çıkıyor. Strazburg’un ortasından geçen İll Nehri’nin üzerinde ilk kez 13. yüzyılda inşa edilen, daha sonra savunma amaçlı üzerleri kapatılıp, ilerleyen tarihlerde (17. yüzyılda) baş ve sonlarına dört adet kule dikilen bu 3 köprüden oluşan kompleks şehrin sembollerinden bir tanesi.


Ponts Couverts de Strasbourg

Yürümüş olduğumuz bu güzergah, başından sonuna toplam 4 saatlik bir süre aldı. Doğrusunu söylemek gerekirse Strazburg’un hakkını vermek için en az 2 güne ihtiyaç var. Bu anlattığım yerler şehrin eski tarihi merkezinin sadece bir bölümünü içeriyor ve oldukça yüzeysel kaldığını itiraf etmek zorundayım. Çünkü öncesinde yaptığım planlarda daha fazla yeri dolaşmayı umuyordum. Sadece şehrin eski merkezini değil, amacım, içinde Avrupa Parlamentosu’nun da dahil olduğu birçok önemli bina ve parkların yer aldığı şehrin daha modern merkezini de dolaşmaktı; Olmadı.


Yolcuğumuzun 5. gününü burada tamamlayarak, geldiğimiz yerlerden geçerek tramvay istasyonuna, oradan da aracımızı bıraktığımız noktaya dönüyoruz. Gengenbach’a 1 saatlik bir yolumuz var. Yarın, bir haftalık seyahatimizin en eğlenceli gününü geçirmek üzere sabahtan yola çıkacağız.


Yazı dizimin bir sonraki durağında görüşmek üzere...




81 views0 comments

Recent Posts

See All
bottom of page